24 Kasım 2010 Çarşamba

ELEKTRİKSEL POLİTİK POLİKİNİK DİLEMMA nüsha 1











giriş

yıkımını kendi ayarlamış bir şehrin çocuklarıyız biz
tufeyli gelecekten koyu çay demlemiş

sınırını kendi çizer gibi gözüküp
oto yollarda
arabalarını ölüme parkeden
sentetik bir ırktanız
tersyüz edilmiş bir tarihte

artık çok renkler
artık çok hüzünler
artık çok sevinçler
maceralar
aşırı doz
altın vuruş

yıkımın ve çürümenin estetiği
hangimizin avuçlarında buldun sıcaklığı
hiç bile olmadı
medyatik ölüler hortladı cep telefonlarında
üstelik müslüman zombilerdi onlar
bazen bir isim benzerliği bile benzeştiremedi onları
onlar ve onların sonları sanıldı
hiç
hiç olmamışken
ülke o kadar genç ki
ölüyor


otuzbirekimikibinbeş dilemma








Mea Culpa


söylenenler ve söylenmeyenler
zamanın bulanık sularında çalkalanıyor karışıyor
söylenemezler oluyor
herşey tek ve kızıl bir acı
yetmez ki bu şarabın sarhoşluğu
yenik ordular kendine çekilir biraz da
umut sönük bir kalkandır
kılıcın kendine batar
ve düştüğünde suya
zırhın seni boğar
ne de olsa savaş öldürür
gölgelerde gölge olarak bile kalamazsın gidersin
hep hırçın bir ağa takılmak gibi pişmanlıklarım
nokta konur
noktadan sonrası silinir
arkası hiçliğin zirvesidir


onyedihaziranikibinbeş dilemma








Mea Culpa

Yobaz katolikler kendi sırtlarını kamçılarken bunu söylerler. hatalarını itiraf etmis olurlar, kendi cezalarını da vermislerdir, boylece akılları sıra tanrı onları affedecektir


bu söz öbeği otaçağ'daki bir destanla birlikte doğmuş ve yerleşmiş bir kalıptır.
latince mea benim, culpa ise günah anlamına gelmektedir. bu durumda anlamı benim hatam yani benim günahım, benim suçum demektir. dolayısıyla bir günahkarın tanrı'ya günahlarını itiraf etmesi anlamına gelir. hristiyanlık'ta günah çıkarma işlemi de hataların tanrı'ya veya ona bunu bildirmekle görevli pedere anlatılması ve kabullenilmesiyle gerçekleştiğinden, bu sözün, hatalarımı kabulleniyorum, beni onlardan arındır, affet anlamına geldiği görülebilir.
dolayısıyla bu söz ortaçağdan günümüze kadar gelmiş bir af cümlesidir. mea culpa diyen kişi hatasını kabullenerek af bekliyordur. hatta zaman içinde bu söz özür dilemekle hemen hemen aynı anlamı kazanmıştır.

mea culpa,fransız edebiyatında "la chanson de roland" diye anılan,haçlı savaşları sırasında hristiyanların kazandıkları zaferlerin,şövalyelerin kahramanlıklarının anlatıldığı destanda geçen,"benim suçum" anlamındaki,rolandın ölümünün yaklaştığını hissettiği anda göğüsüne vurarak tanrıdan merhamet dilemek ve günahlarını affettirmek için söylediği kelime bütünüdür..bunu söylemesi,onun tanrıya olan inancının,vatanseverliğinin,cesaretinin,fiziksel ve kişisel gücünün,efendisine duyduğu sadakatin göstergesidir..
destana göre,"mea culpa", onun tüm günahlarından arınmasını sağlamış,onun iyi bir hristiyan olarak ölmesini ve gökten inen melekler ve azizler tarafından cennete götürülmesini sağlamıştır



lupelius' a göre yeryüzü, insanların sıralar halindeki idam mahkumları gibi yaşadıkları kozmik bir hapishane, dünya boyutunda bir zindandır. bu vizyonun son ve kesin bir yenilgi oluşturduğu yargısına varmak yerine, göz kamaştıran çılgınlığıyla çok cesurca bir plan tasarlar. lupelius, insan için onu olanaklının sınırlarının ötesine geçirecek bir serüven düşler; kaçınılmaz görünenin ölümcül yazgısından kaçış ve dünya yasalarından kurtuluş. insanın, elleriyle dikip yükselttiği sınır duvarlarını yerle bir etmeye gücü vardır. doğaya kafa tutabilir ve herakles sütunları gibi, kendisine en uç olarak belirleyip ötesine geçmeyi hayal bile etmediği sınırları parçalayabilir. lupelius, etrafına birkaç cesur adam toplayıp, ayrıntılı bir kurtuluş planı hazırlar.

"hep aynı olaylarla karşılaşıyorsun, çünkü sende hiçbir şey değişmiyor ! her şey benzerini kendine çeker. cennet parçacığı cennete doğru, cehennem parçacığı cehenneme doğru yol alır."

lupelius felsefesine göre, benlik durumlarımız uygun olayları çeker ve bu olaylar, yeniden aynı durumlara düşmemize neden olur. sadece irade gücü bu sonsuz döngüyü, hiç sonu gelmeden kendi kendine oynanan bu oyunu durdurabilir ve kişinin varoluşunun içine düştüğü iptonik çemberi kırabilir. "düşünce yaratıcıdır. düşünce yaratır." olaylar düşüncelerimizin, benlik durumlarımızın, elle tutulur gözle görülür olmasıdır. bundan dolayı, olaylar ve durumlar aynı şeydir. durumlar, her kişinin benliğinde üretilirken, olaylar, zaman içinde ve iradesinden bağımsız olarak ortaya çıkıyormuş gibi gözükerek yaşamda oluşur. halbuki gerçekte, onlar için sürekli yakaran ve farkında olmadan onları yaratan biziz.

ister olumlu, ister olumsuz olsun insanın düşünceleri daima yaratıcıdır ve ortaya çıkacak zamanı hep bulur.

düşüncelerimiz, yollayıp unuttuğumuz, elimizle yazılmış davetiyeler gibi onlara karşılık gelen olayları kendine çeker. koşullar, buluşmalar, olaylar, sorunlar ve aksilikler, sürçmeler ve başarısızlıklar, yani üstü örtülü bir biçimde kendilerine yakardığımız istenmeyen konuklarımız, artık onları aklımıza bile getirmediğimiz uygun bir zamanda kapımızı çalarlar. onların beklenilmeden ve birdenbire olduğunu sanmamızın asıl nedeni, bizim kendi durumlarımıza dikkat etmememizdir.

"beklenilmeyen, hep uzun bir hazırlık dönemi gereksinir."

ister bilinçli, ister bilinçsiz verilmiş olsun, kişinin başına kendi rızası olmadan hiçbir dış olay gelemez. öncelikle psikolojisinden geçmeden, hiçbir şeyle karşılaşamaz.

düşünce bu yüzden çok güçlüdür.

olgular, olaylar ve deneyimler olarak nitelediklerimiz ve yaşamda gerçekleşme olanağı bulunan her şey, kendileriyle aynı dalga boyunda olanlarla buluşmak üzere halen uygun adım yürüyen benlik durumlarımızdır. durumlar, gerçekleşmek için doğru zamanın gelmesini bekleyen olaylardır.

duygularımızın kalitesi, düşüncelerimizin genişliği, tam şu andaki ruh halimiz, görünür dünyada nelerin gerçekleşeceğine ve kendi yaşamımızda başımıza gelecek olayların türüne karar vermektedir.

"düşünüş yazgıdır."

"düşündüklerimiz yükseldiğinde yaşamımız yücelir."

lupelius' un felsefi düşüncesinin ana unsuru, olaylarla durumların bir tek gerçekliğin iki yüzü olduğunun ortaya konmasıdır. bu saptama, iç ve dış dünyalar arasındaki her ayrımı ortadan kaldırarak kişinin kendi durumlarını bilmesi ve kendisinin efendisi olması yoluyla yazgısını yönlendirmesine izin vermektedir.

"varoluş bizim buluşumuzdur ve bu yüzden sadece bize bağlıdır."

lupelius' un ellerinin kılavuzluğunda, mea culpa sözlerinde gizlenen 'yapmanın somutluğunu', bu baş döndürücü gücü, ilk kez keşfediyordum. bu iki sözcükte, sanki bir mücevher kutusunda durur gibi, bin yıl insan zekasının en özgün örneği saklanmıştı. "mea culpa*, mea culpa*, mea maxima culpa*." bunu kişisel sorumluluk fikrinin en güçlü ve en özlü ifadesi olduğunu ancak şimdi anlayabiliyordum. "mea culpa" gezegenlerin hiyerarşisinden atomların hareketlerine dek, tüm evrene gem vurabilecek bu formül, sınırsız bir enerjinin sırrını içermekteydi.

benlik durumlarını biraz değiştirmek, insanın başına gelecek olayların türünü değiştirebilecektir. böylece kişi, kendi üstünde çalışarak, düşünüş ve hissediş biçimini değiştirerek, zamana bağlı kendi varoluşunun bulunduğu düzeyde bir aşama gerçekleştirebilir.

yeryüzündeki varoluş, bizim yüce okulumuzdur. insanlığın gözüne bir hapishane gibi gözüken, bir yaşam okulu. "vizyonumuzu tepetaklak etmeyi öğrenmemiz gerekmektedir. insanların genellikle zorluk veya felaket olarak gördükleri ne varsa, ilendikleri ne varsa, her ne pahasına olursa olsun kaçındıkları ne varsa, bunların aslında ölüm psikolojilerini bir yaşam psikolojisine dönüştürmelerini sağlayacak çok değerli malzemelerdir."

"bu dünyadaki yaşantı, bir tanrılar okuludur.

"karışıklık, şüphe, kargaşa, kriz, kızgınlık, umutsuzluk ve acı, hepsi büyüme sağlayabilecek mükemmel durumlardır."

mea maxima culpa benim büyük hatam. latince, yapılan büyük bir hatanın birinci tekil şahıs tarafından ifade edilmesi.



müfit işler








E N T E L İ J A N S İ Y A


M A R Q U I S D ’ I S T A M B U L I N





M E L M E K E D M A Z B U D!



Dersaadet, Miladi 2005


Beyhude geçen yillarimin bendenizi asude bir ebedi istirahatgaha nakledmek üzere hazirlikler içerisine girdiğini hissediyörüm. Vetan soğolsun. Naçiz vücudumu, içinde barındırıcek namütenahi karanlıklerin, şahsıma şu mel’un asri zemanlarda çekdiklerinden deha fezla ısdırab verebilmesi mümkün değil.

Heyhad! İşte geldik gidiyörüz, şonolasın İslambol… Geride kalan şu gökkubbede bir hoş sada olsun deyu az mı kahır çekdik bu melmekedde… Münhasıran enteliyansiya tabyalarında verdiğimiz cengin veveylası arşualaya yüsgeldi. Yer gök inledi. Kürre-i Arz, ortasından çatladı, denizler yarıldı, kıyamatlar kopdu ve fekad kattiyen yolumuzdan dönmedik. Bu melmeketin edebiyatının şeref, haysıyed ve dahi bekası içün nağmerdin önünde boyun eğmedik. Kan verdik, can verdik, ricat etmedik.

Oleylerin en başından beri emin olduğumuz bir husus var idi ki esas kudret ve cesaredimizi bu mecradan tedarik ediyördük… Avet; cümle alemin malumu olduğu üzere; esasında melmeket mazbud… Fekad, ahali..!.. La havlevela... Ve dahi yüsgelen kıymatların vazettiğ yeni arz nizamıdır başımıza musallat olan kadastrof. Ahlak, namus, şeref, haysiyyed, vicdan, merhamed, şefaat, ihsan, hulus, saffed, sakıt olmuşdur. İşbu mevhumlara kıymad veren bendeniz gibin ediblere meczub muamelesi edilir olmuşdur. Korropsiyon, iltimas, ihtilas, irtikab, davkavukluk, murailik, nağmerdlik almış yürümüş ve bununla iktifa edilmeyip bu şekilde davranmayan ehl-i vetan’a “naiv” birer budala muamelesi edilir olmuşdur.

İşte o lahza civan merdan-ı milllete vazife düşmüştür aziz edebiyatperver karilerim!…

Giydik bu ateşden gölmeği ve daldık alevler arasında tuduşmuş vetan torpaklarına… Aziz Danyal Peygamber’i, yakmayan Cenab-ı Hak bizi de yakmayacaktır deyu, namıssızların üzerine saldırdık… Dilimizde hamased destanları kılıç kalkan kuşandık… Ne gam çak olursak rah-i vetanda diyerekden…

Bu haysiyyedli kalkışmamızın akabinde hadiseler hayırlı bir mecraya devrişilecek ve beşeriyyetin terakki teoremlerine mütenasip bir şekilde sona erecek sanılırdı değil mi aziz kariler… Malörozmon zat-ı alileriniz de bendeniz gibi yanılmakdasınız… Her şey tam tersi bir şekilde hitam buldu…

İşbu satırları bir vasiyet mahiyetinde asarımın introdüksiyonuna koyerek neşriyadcıma intikal etdirmek üzereykene melmekedin hali pür melal’i içler acısıdır. Uzun lafın kıssası, mağlub olduk aziz kariler… Yenildik, tasfiye olduk, bertaraf edildik. Melmekedin münevver zevadı tercihini sahdekar enteliyansiyanın kuyrukçusu olmek şeklinde yapdı. Bizim gibin vetanperver üç beş edip itildi kakıldı. Asarımızı neşredememek bir yana; okuyacak kitab, yiyecek ekmek, narin begonyalarımıza su, sadık kedimiz Fitnat’a rızık tedarik edemez vaziyete düştük.

Aynı lahzada, melmekedin içtimai, iktisadi, ilmi ve edebi, iktidarına musallad olan tufeyliler zevk u safa alemleri, zenginlik ve saltanad içinde yüzmekde, her geçen gün aziz vetan torpaklarından bir başka güzelliğin yok olmasına çanak tudmaktadırlar. Muasır medeniyyed seviyesine intisab edme kisvesi altında kendi yalan dünyalarını yaşamakda, melmeketin milli karakter ve aidiyetini üç kuruşa global arz nizamına satmakdadırlar.

Şu lahza elinizde tutduğunuz külliyatımı, neşretmeye girişmeden evvel siz aziz sevenlerime işbu mündericadı yazmayı vazife bildim. Fekad lakırdıyı fezla uzatmak temayülünde değilim. Zati, kısacık bir makale içerisinde edibimizin ve de entelijansiyamızın tahlilini yapabilmem kabil değildir. Fekad sizleri temin ederim ki, miladi 2005 senesinde neşredmeye başlayacağım işbu mevkutemi dikkadlice okuyacak olursanız bu melmekedde bir devrin erbab-ı edebiyatı ve dahi münevveri ne işle iştigal ediyorlardı, kim kimdi, kim ne isdiyordu, kim neyin müsebbibiydi, pekala vakıf olacak, nadir rastlanan bir tarihi mevkuteye sahip olacaksınız.

İş işden geçdikten sonra bu mevkute kimin, ne işine yarayacak onu bilemem. Fekad tarihin tekerrürden ibaret olduğunu bilirim. Ümmid ederim ki bu neşriyatta zikredilen, melanet, aleladelik yahut da bilakis; erdemli kişilere dair mağlubiyetler, kıssadan hisse olsun. Ve bu kıssadan hisse almaya bir daha ihdiyaç olmasın.

Lakin heyat bu… Mukadderatın ne getireceği evvelden bilinebilir mi?

Haşa!

Mesela, valide tarafından kökü markilere dayanan köklü bir İslambol ailesine mensub, istidatlı ve parlak bir edib olerek heyata atılan bendenizin, haysiyyedli bir vetanperver olma sevdasına kapılıb, kendini edebiyata vakfederkene, heyatının son yıllarını, bidayetde büyük bir aşk ile bağlandığı veledlik mahbubesinin evinde ve inayetinde sefaled ve perişanlıkla geçireceğini kim bilebilirdi?…






malatyalı müslüman drakula’nın encamınadır ki:


kendi içine doğdu tüm kalpparalar
ekersen tohumu şimdi biç kendini
radyoaktif dış alımlar yapıldı yıllar önce
o kadar kârlı alış-verişti ki
karşılığında alınan canları sayamıyoruz artık
saymak da ayıp oldu zaten
peki sevmek kaça satılır oldu sizin oralarda
duyarsızlık ve tatminsizlik üste prim olur
sahi ayıp neydi ki
sadece sözünü ettik
böyle anlarda çok sıkıcı olduğum söylenir
bardak dolu mu boş mu
ıssız adada üç şey
biri kimi gözetliyor anne
sen hiç zayıflığın resmini çizebilir misin abidin
ya da en netten sanal tecavüz



konserden ölen karadenizli kardeşlerimizin acı hatırasına adanmıştır


birkasımikibinbeş dilemma









Melodik bir ritim tuttur ve git:


Evrimin başlıyor yerini al hayvan !
İlk insan ol, ayakta durmaya çalış.
Tamam becerdin mi?
Geçelim o vakit aletlere.
Bul taşı ve öğren sivriltmeyi,
Kenarını keskinleştirmeyi, öldürmeyi.
Ye öldürdüklerini yoksa açlık seni bitirecek.
Cilala artık evet devam et.
Tunç bul, daha iyi göreceksin.
Aile kur, kapansın kadın olanın mağaraya,
Erkek olanın çıksın ava.
Devam et bir süre, hiyerarşiyi öğren.
Avcı toplum ol,
Sıkıldığın yerde tarım toplumu ol.
Ölme ama açlıktan ve üre.
Paylaşmamayı öğren, mülkiyetin adını koy.
Tanrıyla tanış, ibadet et sahip oldukların için !
Güneşe tap, batsın o, aya tap.
Vazgeç gökyüzünden, indir başını ateşe tap.
Su onu söndürsün suya tap.
Onlarda mı kesmedi? Sırasıyla,
Davud, Musa, İsa ve Muhammed’in tanrısına tap.
Yine mi kesmedi?
Kendini kes, intiharı dene belki.
Hector olmaya gerek yok,
Düşünme, durma, bekleme,
Kendini yok sayma,
Paris artık çoktan bir ülkenin başkenti olmuşken.
Romalı ol,
Kurul, yüksel ve devril.
Rahat ol, adın değişecek ve yine geleceksin.
Gemici ol, bul orayı burayı.
Dön Ümit burnunu, De Gama oldun artık.
Sonra, Hindistan diye bul o lanet memleketi.
Öldür üzerindeki Kızılderilileri,
Yerleş bir güzel üstlerine mezarlarının.
Kentlerin inşasına başla.
Ecinniler görmeye devam et,
Mülksüzler gibi bir cevap olmaksa derdin.
Nietzsche ol, hadi ol ! olamadın di mi? Bunu geçelim.
Marx ol, engel(s)lere aldırma, takılma
Lenin ol, ne yapmalı de ve yap aklına geleni.
Stalin ol, ez farklıları, geleceğini.
Sürül yahut Troçki ol, Büyükada ol.
Devam et, çarlar yok artık zaten.
Osmanlı ol unutmadan,
Kurul, yüksel ve devril.
Rahat ol diyemem çünkü sen devrildin artık.
Sanma, Samsa gibi bir böcek olmaktansa,
Sen gibi bir Kelebek ol,
Kaç ölümüne ama unutma dalgalara isim takmayı.
Parçalara ayrıl tam da atomun keşfi esnasında, Guvernica ol,
Daha öncesinde sür olmuşken gerçekliğin.
Eğer 1944 ise yaşadığın yıl ve diyelim Yahudi ol,
Sık dişini biraz ileride alırsın intikamını,
Sonsuz bir nefretle, anlaşılmaz,
Filistinli çocukların gözlerinde.
Tehlikeli Oyunlardan uzak durma bana sorarsan,
Atla ortalarına tutunama ne fark eder?
Sanki kazanmak mı derdin?
Önemli olan katılmak değil mi ya?
Çağrılınca bakma ne çıkar,
Adın Yakup ya da her ne ise…
Siyah derili ol,
Martin Luther King konuşsun sen dinle,
Boş ver sen,
Belki ileride Colin Powel olursun,
Artık ne desem bilmem ki !
Derdin faşizm değil iktidarmış meğer.
( Bu arada, kadın olanın hala mağarada farkında mısın? )
Sonra kafasındaki leke ol birinin,
Değişirken her şey, orada ol, herhangi biri ol.
Şahitlik et artık kutupsuzluğa, sona.
Kapitalizm ol, istediğin ismi tak olan bitene.
Türk ol yahut sonunda oku bunları,
Sal bütün paranoyalarını, suçlarını dış mihraklara,
Boşalt köylerini, doldur korkularını.
Sal üzerlerine kaybolan çocuklarını arayan anaların.
Ve işte tam orada bak tüm bu olduklarına…
İnsan ol, uzak dur olumlardan,
Öl orada, çığlık ol, sitem ol ve üçüncü dünya savaşı ol,
Albert aklına gelsin,
Ok ve yayı hazırla dördüncüsü için.
Utanmadan hazırlıyorsun bir de !
Yetmedi mi daha?
İnsan ol, biraz insaf !
Evrimin devam ediyor yerini al hayvan!

Travis and tyler durden








açıklamalar:

* 15 nisan 2006’da bu metni yazmaktayım
* İSTANBUL MARKİSİ bir yazı göndermişti
* açıkçası onun yazdığı yazıdan dolayı bende yazayım demedim
* daha önce yazdıklarımı gözden geçirdim
* ortaya diğer pd’lerden daha farklı bir yapı çıktı
* daha politik daha gergin
* hem bir pd hem de daha farklı bir yapıydı
* ardından bu tarz bir yazı da Travis and tyler durden’dan geldi
* ekibin diğer bir kolunu da TAYLAN oluşturdu
* artık görünmesinden başka bir yol kalmamıştı
* bundan sonrasını zaman gösterecek
* fazla iğneleyici ve bazen de başımı derde sokacak şeyler
yazmış olabilirim
iyi niyetli arkadaşlarım beni bu konuda uyardılar
sağolsunlar
* bulunduğum durumlarda başım derde girebilirdi
* ancak zaten işim insanlara birşeyler göstermek
yeri geldiği zaman onları uyarmak değil mi
* karanlık zamanlarda yaşıyoruz
* ve artık daha önceleri gibi uzakta olan şeyler için
birtakım serzenişlerde bulunmuyoruz
* yani kısacası artık kimse bize kıyamet tellâllığı
yapıyorsun diyemez
* başınızı dışarı çıkarıp bakın
* dışarısı çok sıcakladı
* artık üzerimizde oynanan oyunlar oyun olmaktan çıktı
* artık oyun oynamıyoruz
* ve ne yazık ki o damarlarımızdaki kudretli sıvıyı da
oyun oynarken çokça harcadık
* belki de son damla kalmıştır
* bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz
* değerli üstatlarım yüzyılların ardından sizlere saygılar
leonardo da vinci

albrecht dürer

9 Kasım 2010 Salı

POLİKİNİK DİLEMMA görüngü 37






firuzağa


firuzağa’da bir filiz bir dal
kuruyan çamların yanında
duvarın yanında ve üzerinde
küçük pencerelerden sarkan nefesler
derin ayak izleri ve suya basış sesleri
iki köpek bir sopa
yerde naylon torba
kırık cam tabak
yırtık palto
iki apartman arası mezar taşları
geçer kadınlar erkekler
geçer zaman duvardan
çamlardan
an kediden kuştan
iki köpek bir sopa yerde taş
firuzağa’da bir taş bir ekmek

beşaralıkikibinyedi





mahalle arası sirki



olsun varsın kalmasın
aklında akrobatlar
sekerek yürüyen palyaçolar
en gerçek
mahalle aralarında gezer
dönen tel salıncakta çocuklar


dörtaralıkikibinyedi





sokak kahvesi


bir meczup düşer kalem uzatarak
- alır mısın
sarmaşıklı
tutkular direnir
dirençler yıkılır
uyku bölünmüş can vermiş
kelebek gibi solmuştur
sabrın kıyametinde
tuğla tuğla kesilir umut
sokağın derinine bakarken
eski ahşap sandalyede
sarmaşıklı sıklıklarda

altıaralıkikibinyedi






işimiz duvar


yükümüz toz ve zor akar azar
azar yakında kılmaz yıkılmaz
bir anda gelir saplanır
ayrıdır taş ve demir birleşir
hemen burada bu duvarda
yazı da düşer kedi de düşer


onbeşşubatikibinsekiz




küfretme


sapar mı bize sabır ya hayır
öğlenleri özetlenmiş bir incir
aldırma tersinden ya hayır ya evet
kasvet keşfedilmez eni konu olur

onyedişubatikibinsekiz







iktidar oynayan


yatırın tırsın bakalım
kırık yatırımlar ve sönmüş
bön bakmak da yatırım yapmaktır

onsekizşubatikibinsekiz




yalnız kahvede oturan


taşırdık yakıştı mı kapılara
bir anda yandı ve hep bunu dedim
aşırdık sığdı mı gemilere
yanlış aktı ve yanlış kara
aralandı kapılar
sonra kapandı an
bir yan yol yanıyor
bana gelen
bir yan yol daha yanıyor
gene bana gelen

ondokuzşubatikibinsekiz




oyun bozan


bir fil kıldım seni ben
ikindi vakti bi fiil
gel yen beni sen
andım ve uyandım mat


yirmişubatikibinsekiz




yıkıntıda


yalnız bir aylandız olmaz
aylandızın adı yalnız
beton toprak
toprak aylandız olur
tuğla kum
kiremit ve kapılar öz olur
her yer aylandız olur



dip not

az öte mezbele çığlık gibi
ezberi olmaz kavurur
ve yağar ekşi bir koku
albenisi dinmez akar
ve her aylandız kokar

yirmiyedişubatikibinsekiz








ressam



sayıklanmış şaraplı eskiz
izinden gidersen tonuna bulanırsın
sözünden dönersen rengini ezersin
yakın dur görebileyim
ânıma basma göversin
çiz
ayıklanmış kenarda eskiz
boya bulanmış sensiz iz
tersinden girersen koyulmaz
özünden dökersen imlersin
boya
sokağa doğru doğrul
daraldıysa kabul et aç
onların resimlerini teslim et
ayıklanmış araplı eskiz
kafanda durana apışır kalırsın
değmez fırça ya kalem
melankolisine kızarır akrepler
rüzgârına kararır gül
apartmaz ve abartmaz ta kendisi
ner’den iner de serer bilinir
sokağı doğru doğrult
silindiyse tekrar et
çiz
tenlerin tinlerini teslim et


altımartikibinsekiz



gramofon


itip gözünü itip sözünü
taş yüzlü kayd’edilmiş
dinlerdim en kenarında
bilinmez hecende bir gece
sakındığın ama özlenen
satır atlamaz takılır
sarılır altına
bilinmez gecende bir hece
taş yüzlü kayd’edilmiş
çizip özünü çizip yüzünü


ondörtnisanikibinsekiz





melankoli


derin gölge-
ler dökülür akşamlara
çığlık çığlığa koştur-
maz mı mısralara döküp
söz saçıp sonra da topla-
maz mısın bir araya
us sızıyor ıssıza mavi-
leşmiş gibi kokmakta ızdırap
aradan arya hüzünlü kavurur
iç içe geçmekte sanrılı sancılar




dip not

önce yırtık terliklerini
sonra yamalı pijamasını
çıkardı
her defasında bir iplik
düştü


yirmidokuzmayısikibinsekiz



söykü : rastlaşma(lar) (çakışmalar)

Borges ve Casares’in ortaklaşa çalışmaları olan olağanüstü masallar isimli kitabın 70. sayfasındaki göksel geyik adlı metnin altında yer alan isim Ahmed et-Turtuşi’dir ve yapıtının ismi de Sirac el-Mulük’tür
bu ismin yanlışlıkla yazılma olasılığı yanında bir gönderme olması daha da ağır basmaktaydı
bu olsa olsa Muhammed B. Turtişi’dir ve eserinin ismi Sirâcu’l – müluk’tur
bir yıl sonra 96’nın mayıs ayında kitabı (sirac- ı müluk) o tarihlerde çok yaygın olan sokak kenarlarında yerde sergilenen okunmuş ya da korsan kitaplar arasında gördüm
o anda cebimde bulunan ve hiçbir alış verişimde hiç kimseye yutturamadığım sahte bir beş yüz bin liralığı satıcıya uzattım
kitabı aldım istiklal caddesinin henüz yeni kalabalıklaşmış akşam üstüne karışıverdim



yirmidokuzmayısikibinsekiz



37. görüngü açıklamaları:

• bu görüngünün üç haziran ikibinsekiz’de bittiğine karar verildi
• pd görüngülerinin nadiren de olsa gözüktüğü Halep pasajında Beyoğlu sineması fuayesindeki pentimento artık yok
• fotokopinin sızabileceği başka adres aramak lazım
• bu görüngüde de diğerlerinde olduğu gibi her zaman belirtildiği üz’re büyük usta Jorge Luis Borges’e hep ustam olarak kabul ettiğim Albrecht Dürer’e onların büyük ruhlarına bize bıraktıkları eşsiz değerlere sonsuz teşekkürlerle naçizane adanmıştır
• ayrıca Francis Bacon / Albrecht Altdorfer / Rogier van der Weyden
ustaları da bu görüngüde anmak lazım

not: Albrecht Altdorfer için
http://www.artchive.com/ftp_site.htm
http://www.abcgallery.com/A/altdorfer/altdorfer.html

Francis Bacon için
http://www.artchive.com/ftp_site.htm
http://www.francis-bacon.cx/

Rogier van der Weyden için
http://www.artchive.com/ftp_site.htm
http://www.abcgallery.com/W/weyden/weyden.html

adreslere bakılabilir


bu görüngüde dinlenebilir:

1 Ozzy Ozborne - Mr. Crowley

2 Jimi Hendrix - Voodoo Child

3 Yngwie Malmsteen – Black Star

4 Jetro Tull – Aqualung

5 Van Der Graaf Generator – Refugees

6 Creedence Clearwater Revival - Heard It Through the Grapevine

7 Jeff Beck - 'Cause We've Ended as Lovers




iletişmemek için gereksiz adresler:

polikinikdilemma@hotmail.com
polikinikdilemmaster@gmail.com

25 Ekim 2010 Pazartesi

POLİKİNİK DİLEMMA görüngü 36





duyarlı duvar / fötr şapkalı aziz

lanetle anılır
duvarın köşesinde eldivenli zattır bayım
esküze mua muadilli atım
toy bir kuş tepemde uçan diye
kapı dışında kalmış eksik kabuklar
abluka altında yıkılır sakınmayana değer
her karanlık sabahlarda dolaptaki askıdan alınır
giyilir değer
giyilmez değmez
arkasında şemsiyeli bayandır dövünür dizinden
izi hiç belli olmamıştır kendi hatası
herkes kendini öldürür zaten
arkadan gördüm seni hep neden
o kadar kötüydün anlaşılan
yanıltmadın
kımıldamaz ki kalbinizdeki yapraklarınızdan
tekin olmayan kalp karaşır da akar
yürümeyi öğrenilir kendine kendine doğru

Altıhaziranikibinyedi



dip not:
tırnağının köşesindeki çıkıntıları
ve dahi hatta dahil olunan tüm sözleri
kıyıdan dönüşleri asal sayılarla çarpın
aklından çıkaran aklından aklını çıkaran
diyarın tüm tekil adreslerini bozar
sancı sancı
tüm sokaklara sancı salındı
ardına bakılmadan akli dengeyi bozar
kalemi köşeye koy dum duma dum
düşün
kimi gidişin kimi gelişin




balıklı aziz (ilahi)


sordum
kenarından basılmış yağ dökülmüş
bir köşesinden az yırtılmış
sarıya boyanmış gaztekağıdına
böyle iyidir dedi

sordum
hafifçe başını eğmiş
saçları az düşmüş serpintili
sırtında ince ve beyaz
beyaz az kirli
böyle iyi dedi

sordum ve ardına astım
ardında arkasında olmaz bir gaztekağıdı
önde burda başını eğik tutar balıklı aziz

onüçhaziranikibinyedi





kara aziz




geceleri kapanırken kepenkler taşar
akar gider ışıklar asla yola gelmez

lütfen aşağıdaki seçenekleri işaretleyin
a) akut bir dil
b) yâkut bir dil

kaçan kaç an kedi sebebi de saklar
edebî
ruhsal bozukluktan sanmayınız
kaçan kedi diye korkulur
korkuluğa sarılın en yapmayandır

c) kunt bir dildir
korkulur ne yapmayandır*


yirmihaziranikibinyedi


*alt okuma
korsan yakarsın
külsen uçar
gülsen geçersin
kısık ateşte kıstırılmış
belkemiğinden kapışılmış
*peşin fikirlenme









şiir mahallesi azizleri


çanlı aziz

kalabalık karanlıklarda ürkek barınılır
ve bakırdan buhurdan aydınlatır
karanlıklarda ürkek bakılır

ve eller azar azar yıllanır
sonra giderler

az hep yinelenir

ay ayaklarından fışkırır
izidir
ayın ışığı ayaklarında

az hep yinelenir
sanki aynı yeni ay sen öyle san
ezdiğin ay ışığı


sekizeylülikibinyedi







kırık ayna azizi

aynadan düşmüşüm
düş olan düşoğlan oturur yamacına
o aynanın o yalandan bulamacına
kaçak bir çay markasıdır aynadan

kısık sesle kırılır bu aylandız aynada
kazılmış bir kuyuda uyur ( kudurmaz mı )
ve çok gevşek uçar gecenin kuşları
geceye tutunur sapır sapır dökülürler
düş oturur yamacına




dip not
kim buyurdu geldi eski tenden
ellerinden akıp giden gövden
sakın veya kopma tenden
en alttaki bohçada kaldın sen
en yeşil bahçede sandın sen


dokuzeylülikibinyedi






zamansız aziz

yanmışsa yanılmıştır ismi
gölgeli göllerde bitmişti zaman
uzun zaman uzun gölgedir
uzun gölge düşürür yürürken

kara buğdaydan harflerinle
ismini yazamaz yaz

kara buğdaydan harflerinle
ismini yazamaz kış

bir mürekkepten akıp sızmaz ki sızı
karalar karalar da yazmaz
azman zaman hapseder bizi

kuklasıyız uzundur gölgemiz
kuzgundur gözlerimiz


oneylülikibinyedi









eski aziz 1


serzeniş sezdim suratlarda
sırrı sıvadım kaba
kapadım açtım şehir düştü
irkildim
giderken anladım ki
buharın sırrı makinadaydı
sonra şehrin bir kenarına iliştim
orada ilişilmemiş yerlerinde kaldı parçalarım
bilirim
çünkü işitirim sesleri cebimde
kabın içi karanlık bir anlık
karanlık da bir ışık
silinir mi bilmez kimse
açtım şehre düştüm
şehir bir kâbus
bilirdim

yirmialtıeylülikibinyedi




eski aziz 2

sarı basmış taşa takılmış
serin sabahın cumbasında
ve sahanlığında koşturan kediler
izlenir bahçede yaşlı bir incir
yağmurdan ardından sesler
ağır tambura ait tesellisiz

yirmialtıeylülikibinyedi





bu görüngüde dinlenebilir


1 For the love of god / Steve Vai
2 While my guitar gently weeps / The Beatles
3 Sevda çiçeği / Fikret Kızılok
4 Dreamer / Supertramp
5 Sttin on the dock of the bay / Otis Reading
6 Old and wise / Alan Parsons Project
7 Last goodbye / Jeff Buckley


açıklamalar

• yirmialtı eylül ikibinyedi bu görüngünün bittiğine karar verdim
• son üç dört görüngüde şehri yazmaya devam ettim
• daha ayrıntıya girdim sanırım
• 33. görüngünün alt ismi diğerleriydi
• ve metafizik karışmıştı
• müzik olgusu da kendimce yöntemlerle araya girdi
• sonra 34. görüngüde her sokakta herkesin bildiği fakat gerçekte de var olmasına rağmen hiç kimsenin hiç bilmediği hatta hissedemediği sokak tapınaklarını yazdım
• 35. görüngüdeyse şehrin sokaklarının köşesinin bucağının en uçtaki ayrıntıları gözüktü
• 36. görüngüde ise tek tek bazı portreler belirdi

* bu görüngü her zaman belirtildiği gibi büyük usta Jorge Luis Borges’e hep ustam olarak kabul ettiğim Albrecht Dürer’e onların büyük ruhlarına bize bıraktıkları eşsiz değerlere sonsuz teşekkürlerle naçizane adanmıştır

iletişmemek için gereksiz adresler:
polikinikdilemma@hotmail.com
polikinikdilemmaster@gmail.com



para bazı şeyleri satın alamaz
kanda an gizlidir
polikinik dilemma her kaosta belirir



POLİKİNİK DİLEMMA 34. görüngü...





söykü:

sokak tapınakları:

cam tapınak
birinci kapı: sakup portis sorkap
kimi zaman kelimeler
durup dururken
kendi anlamlarını üretirler mi
üst üste düşmek yetmez bazen
kim ki kendi içine düştüyse
orda bulur bazen
diğerleri içinse hiçbir anlam taşımayabilir
bir kural:
aynı kapıdan girip aynı kapıdan çıkma
ikinci kapı: sakup portis sorkap



ateş tapınak
buralarda enkazın içinden çıkılır hep
birinci kural:
cesaretin yoktur hiç yaşamaya
hiç’i duydun mu sen hiç
ikinci kural:
duyma
üçüncü kural:
duymamış olmak mazeret değildir





tel tapınak
bazen insanlar saçılır
cam kırıkları saçılır
çöpler saçılır yerlere
toprak kendine düşeni bitirir
kural:
aynı yere çok bakma
aynı duyguyu bulamazsın
duygunu geliştir

ilahi:
vitrin camlarına düşmesin
varsın düşmesin aksimiz

gazete kağıdına oturarak
elimdeki kağıdı uzatarak

korkmam aksim düşmez zaten


tel tapınak ikonu
( iki aziz ve bir ağaç )
bir iksir ve elma
kalbi eğrilmiş yurduna geri dönmüş
görülmez mi çiçekler açmış
tüm balkonlar
siyah ah siyah demirden bir elma
ağacı tüten kıvrılan
bir yanda diz çökmüş
diğer yanda diğeri
iki aziz
beni sabah annem koydu sokağa
akşam alır mı bilmem
karnım öyle de aç ki
akşama kadar
akşam alır herbirimizi tek tek
sabah da koyar geriye sokağa
tek kural:
karnını doyur
bir elma ve iksir
kalbi burkulmuş yurduna geri dönmüş



sarı tapınak:
yel akan sanrıdan ne umduk
bilmiyoruz
ayet: bilme
unuttuk alttayız
ayet: unutma
senin yaşamın sanrın
unutmalara dayalı
ayet: hiç dün olmadı



tekir kedi tapınak:
yazının düştüğü yer dedik ya
hare hare olmuştur orası
kimine bir darbe gelmiştir
kimi ağaçtan düşmüştür
ayet: illa ağaçtan düşülmez
tek satıh düz değildi
ayet: biz ayetleri indirmeyiz
onlar zaten oradaydılar
kimi kuyruğunu kapıya kaptırdı
kimi çöpe yattı



ıslak çöp aziz ikonu:
kırmızı yakalı açlığı doyurmak güçtür
tel örtü ile saklanmış taş
altında birikmez ot
diyedir az
çünkü bilirsin ya-kında bilenir bi de
tersinden asılı flama gibidir
tersinden yazılı yazı gibidir de



çakılmış tapınak:
çakılmış çivi bir
tahta üzerine
kanlı et parçası
yakılmış ot bir
toprakta kuruyan
böcek kavrulmuş kara



su mazgalı tapınak:
ilahi söylenti

yağmurun ıslattığı ekşimiş
domates kabuklarını serdim
mazgalın yanındaki küçük taş çıkıntıya
yağmur suları taşarak aktıkça
teker teker sürüklenmeli bizim gibi

sürüklenen ekşi domates kabuklarıyız
bir kuş gagası yıldırmasın
dal parçaları tutamasın

suda sürüklenen ezgimiz
kenardaki taşlara kanırtılmış
çatlamış tırnaklarımızdaki
ve eklem yerlerinin soğuk tasası
kurumuş kabul görmeden tuza batmış

su ezmez yürütür de
seç birini sen bizden
hatırla biz sana ayet indirmedik
suya gizledik
taşa gizledik
tene gizledik ayetleri



Sap tapınak:
karoların bitişmesine aldırmadan
ve her karoyu birbirinden ayıran
kenarlıklara rağmen tüm gidilebilecek
hat boyu sızan kimi zaman sapsa
umarsız olsa kurusa da
güneş altında gümüşlenir gibidir
laf: tek para etmez lan
ayet: her zaman değer biçmeyi bilmelisin


yırtık kağıt tapınak azizi:
bunlar serzenişin de provası değil
dediler ki sen neyin ispatısın
ispatlamamıştım
ne zamana kadar konuşmayacaksın
eksik ayağımı dilenir gözüktüm hep
oysa ki daha çok şeyler eksikti
bana bakıp ders alınmadı
kaldırımımdan geçenler
kendilerine sadaka verdiler hep
tek kuruş etmedi hiç zaman
sadece akşamları ota düşerim
gölgelerde kendime sohbeti izleyerek
dua:
bir kırmızı evsin
yeşil çanak tutulmuş
kapın yarıya kadar açık
ama bu semavi bir din değil
toprağın dini doğurdu her şeyi


taş tapınak azizi:
verdiğiniz taşlar avuçlarıma battı
çok derinlere indi
en dibine oturdu suyun
bir taş ektim duvara
kadavra
filizlendi dal verdi
ahşap tapınak:
ahşabın çıtırtıları
ve gecelerden salyangozlar geçer
gümüş yollardan ağırca
bu kadar kırışmazdır tepsi yürekler
hepimiz burada mı doğduk acaba
ağrı yolumuzdur kışın soğuk yazın sıcak
köprüye yanaşan son geminin
köpürerek yanan tenimin
ezgisiz söylenir sonu ölümün
eğrisiz sökün eder tözün kanı
yolların altından geçtiğimiz
hepimiz burada mı doğduk acaba


tapınak cini:
titrek ışıkta kazınmış semender gölgesinde
dağınık korkulardır
semada kaç yıldız kaç buluttur
yıkıntılarımızdan sayarız
avuç içlerimizde biriktirir
zaman geldi salarız
ki bizde zaman aysıdır
hecelerdeyiz biz kıvranmaz
eşiklerde akan kanız
yan yana avurtlarda bütün işkembelerde
dirsekleri uyuyan değen birbirlerine
tırnaklar kara ve kırık karışık saçlı
sentetik kokulu elleri burunlarına yapışık
kemikleri kemiklerine değen derinin döşün altından


yazıya inen ejderha:
kıvılcımlanan dilinde sözcüklenen
ve tüm yazıya kıvrımlanan
sorgucunda aşkla nefret
harlar gürler havalanır
kanatları bakır hava bakır
kara bir demir solur verir
gölgesinde ayrıksılar
gövdesinde dikenler
bozkırda cin inde kindir
şarkısında bronz eğimli eprimiş
aralar türleri oldurur arkasında


yirmisekizkasımikibinaltı




açıklamalar:

* yirmidokuz kasım ikibinaltı bu görüngünün bittiğine karar verdim
* tamamen bu şehre aitim
* tamamen bu şehri yazmaya çalıştım
* bu görüngü daha sonraki bir zamanda daha orijinal haliyle
fotokopi ile çoğaltıldığında meraklısı için gerekli adreslerde
dolaşıma çıkacaktır
* bu görüngü sevgili eşim ve kızıma adanmıştır




para bazı şeyleri satın alamaz



iletişmemek için gereksiz adresler:

polikinikdilemma@hotmail.com

polikinikdilemmaster@gmail.com