18 Kasım 2008 Salı

POLİKİNİK DİLEMMA 12. YIL ÖZEL GÖRÜNGÜ 26

bekleyiş




üzer im de binlerce
akrep


kımıldasam


yedişubatbindokuzyüzdoksanyedi












ay kıyıları



hangi aynı
kuşkusuz dalgalar
hep mi aynı
kıyılara mı çarparlar






birdahaasla



ondörtşubatbindokuzyüzdoksanyedi
















ne rgiz



sıkıntılı bir havada
tozlu yolu yürüyerek


suyun tekinsiz saydamlığına
bırakılmış gözler



derinde
derin derin yaralar






altışubatbindokuzyüzdoksanyedi
























gecenin ininde


ağacın gövdesinden


süzülüyor



aşağıya





ağır


uyku









onyedihaziranbidokuzyüzdoksanyedi








bizler zamanın çocukları



uzak diyarlardan getirdiğimiz
oyunlarımızı



oynarken güneşli bahçelerde




akşam olunca




çağırılırız bir bir evlerimize












yirmibirmayısbindokuzyüzdoksanyedi


söykü

siyah metal bir dolabın oniki çekmecesi var
çekmecelerin kalınlıkları fazla değil
genişlikleri yetmiş/yüz ebatlı kağıtları alabilecek kapasitede
her çekmecenin ikişer kulbu var
iki elinizi hafifçe yana açarak onları tutabilir
çekmeceyi açabilirsiniz
çekmecelerin iki kulbu arasında (tam ortada) çekmecelerde ne bulunduğuna dair yazıların yazılabileceği beyaz etiketler var
etiketler boş
siyah metal dolap karşımda bir kara tren edasıyla durmakta
sanki birazdan oflaya puflaya çalışıp etrafına dumanlar ateşler saçarak gidiverecekmiş gibi
dolabın en alt rafında heycanlar sevgiler sevinçler sevinçli heycanlar kahkahalar keyifli gülüşler ve mutluluklar olmalı
ama etikette hiçbirşey yazmıyor
eğilip baktım da göremedim
fakat tüm bu şeylerin bir kokusu olmalı
çünkü etiketine bakmak için eğildiğimde bir koku hisseder gibi oldum
çok ayırdına da varamadım doğrusu
oradan doğrulduğumda o alt çekmeceden bir şeylerin sızdığını ve benim de o sızan şeyi teneffüs ettiğime eminim
çünkü şimdi ayaktayım başım dönüyor gözlerim karardı
ayakta yalpalıyorum sarhoş gibiyim
daha sonra bunu doktor arkadaşıma sorduğumda tansiyon ile ilgili ufak bir sorun olabileceğini söyledi
doktora pek inanasım gelmedi
bu arada diğer çekmecelere bakamamıştım
bence o alt çekmecede beni sarhoş edecek bir şeyler vardı eğildiğimde de sızan o şeyi içime çektim buna eminim
doktorun ısrarlarına hiç inanasım gelmiyor

bu sabah dolaba tekrar bakmaya gittim yerinde yoktu
yerde ölü bir kırlangıç ile küçük bir makine yağı gölcüğü vardı ışıkta menevişleniyordu
arkadaki duvarda daha önce hiç fark etmediğim singer dikiş makinelerinin çok eski bir reklam afişi vardı








onsekizocakbindokuzyüzdoksansekiz







beş iblis
ve biri şah

kararmış tırnakları dişleri
omurlarından fırlamış çalılar
yanık kemik kokan

portresini oluşturan binlerce
çizgi
vahşete ait gibi binlerce
kurtçuk
ölüme ait gibi binlerce

diğerleri sakıncasız
kıvranarak ilençle muştular
açılabilmez kapıları

biri şah
kudurgan oturak tahtında
cinnetten keyifle ateşten ateş çalar
ilm-i enbiyanın her cüzünde her yaprağında
korkulur bu yüzden

diğerleri sakıncasız
kıvranarak ilençle muştular
okunabilmez yazıları


cüzamlının kabuksu derisinden yelkenleriyle
koyu yeşil gökyüzünde
karanlık gemisinde
her ipi her bucurgadı her lombozu
bilinebilmez organlara benzer
örümcek ayaklarından kürekleri yüzlerce-
yüz birbirinden beter


beş iblis
ve biri şah
kararmış solucanlar saçları
yanık kemik kokan nefesi
portresini oluşturan binlerce
gölge vahşete ait gibi binlerce
yüz kabusa ait gibi binlerce


onsekizmartbindokuzyüzdok san altı






ov rose



ov rose
al sır



ov rose
al hat




ov rose
al yara









ov rose pu



onsekizmayısbindokuzyüzdok san altı









söykü





minator ve düşgenin iç açılarına dair










yapının üst katlarında gezerken birden önüme çıkan merdivenlerden aşağıya indiğimde daha önce gezdiğim alt kata
inmediğimi
aksine farklı seviyedeki başka bir kata inmiş olabileceğimin farkına vardım

karşılaştığım diğer bütün merdivenlerden de inmeye veya çıkmaya ait her türlü fiiliyatı yerine getirmek
beni farklı bir sonuca götürmeyecekti

birbirinden farksız farklı seviyeler tüm yapının ana karakteri buydu




yirmisekiznisanbindokuzyüzdoksanyedi







Çağdaş burjuva uygarlığının geçirdiği krizlerden biri de ortalama insanın, gerçeği kendi başına doğrudan keşfederek kendini oluşturmak yerine, dışarıdan dayatılan varsayımlardan kurtulamamasından kaynaklanır. Konformizm, tek yönlülük, sürü ruhunu geliştirme ve kitlesel düşüncenin bir parçası olma gibi iyi bilinen toplumsal hastalıklar; ahlakta, politikada, moda alanında, beslenmede, eğitimde, pedagojide, ‘doğru form’la özdeşleştirilen yargı veanlayış standartlarının edilgen olarak ediniminin ürünüdür. Siyaset gibi ticari reklamlar da her türlü gizli ayartma ve bilinçaltını etkileme yöntemine başvurarak ‘doğru formlar’ dayatır; ortalama insan da bu durumu kabullenip, hiç bir şey sorgulamaksızın yaşar gider.
O halde şu soruyu sorabiliriz: Çağdaş sanat tüm modelleri ve şemaları sürekli ihlal ederek (gerçekten de çağdaş sanat bir model ve şema olarak tüm model ve şemaların geçici olduğunu ve onları yalnızca bir yapıttan ötekine değil, aynı yapıtın içinde de değiştirmek, kurallarını ihlal etmek gerektiğini söyler) pedogojik bir işlevi yerine getirip, bizi özgürleştirmiyor mu? Eğer durum buysa, çağdaş sanatın söylemi beğeninin ve estetik yapıların sınırlarını aşarak çok daha geniş bir kapsam kazanır: Çağdaş sanat modern insanı kurtuluşa götürecek yoldur; algı ve zeka düzeyinde ona kaybettiği özerkliğini yeniden kazandıracaktır.


AÇIK YAPIT Umberto ECO Can yay. 1.basım 2001




bir sanatçının ürün verme anındaki davranışlarına ait öneriler:

1- sanatçının yarattığı imge ile fiziksel-temasta bulunduğu şeyler enstrümanlarıdır
2- bu fiziksel-temas imge dünyasından fiziksel dünyaya (doğaya) geçiş anıdır
3- sanatçı yukarıda sözü geçen iki madde ve kendi karakteri eşliğinde kendine ait özel teknolojisini oluşturmak zorundadır
4- sanatçı bu teknolojisinde ne kadar ileri ve yetkinse imgeler dünyasına o kadar iyi geçiş yapar
5- bu teknoloji tüm diğer sağlıklı teknolojiler gibi değişen zaman içerisinde kendi kendini geliştirebilecek kapasiteye sahip olmalıdır
6- sanatçı kendi teknolojisi ile her zaman hesaplaşma içinde olmalıdır aksi takdirde sahte teknolojiler geliştirmek işten bile değildir
7- bir sanatçı hiçbir şeye tahammül etmemeli onun için asıl önemli olan tahammül etmenin sırlarını kavrayabilmektir
8- bir sanatçının kendine tahammül aşamasında alınması gereken acil önlemler:
a) olduğu gibi boşluk acıtır bu sebeple boşluğu istemek ve koruma altına almak
gerekir ya da doldurmak lazım gelir
b) diğerlerinin acı vermeyen boşluklarına saygı duymalı
c) her insanda kendine katlanma mevcuttur önemli olan bunun bilinçli
yapılmasıdır
d) hayatın verdiği acıyı bu bağlamlardan ayrı tutmakta yarar vardır
e) hayatın verdiği acıyı sanata aktarmak (katharsis) ulvi sonuçlar doğurup pür sanatı ortaya koyar fakat bu acı diğer acı kavramları ile karıştırılırsa ortaya sanatçının zavallılığı, pejmürdeliği kalır
i - bu durumdaki sanatçı otamatik olarak kendine tahammülünü yitirip hem kendisini hem de yapıtlarını illüstratifleştirir
ii - sürekli bir acı içinde yaşarken hem çalışma disiplinini hem de karakterini
yitirir
iii - artık onun için mış gibi yapmaktan başka çare kalmamıştır ki bu da
suniliğin ta kendisidir
f) samimi olmayan sanat ise bir hiçtir
g) boşluk doldurma yeteneğiniz karakterinize etki edebilir bu konuda özel bir dikkat sarfedilmelidir
h) aksi takdirde her türlü sanat etkinliği veya sanat yapıtı ya hobi olur ya da
ilüstratif kalır
ı) sırf bu yüzdendir ki samimi davranan zenaatkarlârın ürünleri sanat olur
kendileri de sanatçı mertebesine ulaşırlar

9- her yapıtın tasarım aşaması hesapsız uygulama aşaması çok hesaplı olması gerektiğinden sanatçı düşünürken sınırsız düşünmeli uygularken de sınırlarını açık ve net olarak koyabilmelidir
10- bir sanat eserini sanatçısı çok yönlü yaratır ve o sebepledir ki bir sanat yapıtı çok yönlü okumalara açıktır
11- sanat eserinin derinliği aynı zamanda izleyenin derinliği ile de değer kazanır
12- bir sanat eserindeki derinliğe ondaki kapıdan girilir ama kapının anahtarı da izleyendeki
derinliklerdir aksi takdirde algılanan derinlik kapı üzerindeki girinti çıkıntılar ve
kapının maddesinden ileri gidemez
13- sanat veya sanatçı hiçbirzaman mesaj vermez ve mesaj vermek için çalışmaz çünkü tıpkı
doğa gibi mesajın ta kendisidir
bu yüzden bir sanat eseri ne ifade ediyor veya ne anlatıyor diye okunmaz ve neyi ifade ettiği okunmaya çalışılınca dinsel katabolizma herşeyi yutacaktır doğadan çıkar ve ayrılıp kendi mantığını oluşturur


yirmibirocakikibidört







26. görüngü açıklamaları:

*polikinik dilemma’nın 12.yılı için
bu kutlama-seçkisinin ikincisi
*daha önce de belirtildiği gibi 1.sayı 1991 ağustos’unda belirmişti
*bu açıklamalar yirmialtıocakikibindört’te yapılmakta bu da bu görüngünün bu tarihten daha sonraki bir tarihte belireceğini belirtmekte
*görüngüdeki en son metin ise altındaki tarihten de anlaşılacağı üzre yeni kaleme alınmıştır
*polikinik dilemma’nın mail adresleri:
polikinikdilemma@hotmail.com
polikinikdilemma@yahoo.co.uk
*bu görüngü her zaman belirtildiği gibi büyük usta Jorge Luis Borges’e hep ustam olarak kabul ettiğim Albrecht Dürer’e ve Martin Schongauer, Matthias Grünewald, Hugo Van der Goes, Lucas Cranach, Jan Van Eyck, Caravaggio’ya, İtalo Calvino ile usta Leonardo’ya onların büyük ruhlarına bize bıraktıkları eşsiz değerlere sonsuz teşekkürlerle naçizane adanmıştır

Hiç yorum yok: