17 Mart 2009 Salı

POLİKİNİK DİLEMMA 4. sayı


ben şimdi çok eski bir evde doğmuş gibi oldum
elimdeki hançeri aynadaki görüntüme
saplamayı başaramadım
çünkü o benim görüntüm değil

o sadece (garip bir istekle) izlemeye çalış-
tığım hayal

aslında dün gece bir rüya görmem gerekliydi

bu rüya büyük bir balığın okyanusun derinliklerinden çıkıp sahile miydesindeki bir insanı tükürmesi ve ardından da geldiği derinliklere dönmesi şeklinde olmalıydı

rüyanın sonunda o balığın gözlerinden okyanus derinliklerindeki yeşilimsi mavi küçük balıkları huzursuzca sayrederken teleşla uyanmalıydım

oysaki ben rüyamda aşağıdaki sahile vuran kocaman bir balığın karnındaki ağırlığı kustuktan sonra biraz debelenip sulara geri döndüğünü gördüm

bindokuzyüzdoksanbir
söykü: yitik güneş

güneşin yitirilmesi kaçınılmazdı
oysaki ağaçkakanın mirası sandalyenin üzerinde oturuyor yıldızlı gökyüzü bize gülümsüyordu

“-ağaçkakanın gagasından altın damlar
-bize güneşi geri ver” diye sayıklıyordu tüm kabile halkı

derken iki sırtlan uluyarak geldi
belkide bu bir müjde idi

bu ormanın orta yerinde birden bire oluşmuşçasına umursamasız ilkel ve heycanlı kabile halkının yaşamları böylesine de içinden kolaycacık çıkılamayacak denli bilmecemsiydi

sırtlanların verdiği telaş onları daha da heycanlandırmıştı

ateşlerine odunlar atarak kıvılcımlarla dans ettiler çünkü göldeki koca bıyıklı yayın balığı onları koruyordu
duman kokusunun onun hasas burnuna ulaştığından da emindiler

yinede güneşin yitirilmesi bir bilmeceydi



bindokuzyüzdoksanbir






saçlarında rüzgarı duymuştum

bu şehirde ise
dilencilerin ve tiner koklayan çocukların
heykelleri dikildi
meydanlara saçlarından
çelenkler sundum
sulara şiirler bıraktım
sana

kemancı çingene şiir topladı

ben saçlarında rüzgarı görmüştüm

ben saçlarından rüzgarı örmüştüm
sulara şiirler aktım sana


onyedieylülbindokuzyüzdoksanbir









yağmur çiçeklere yağdı
mumsu gözleri zamanın
ıslaktı kalbinsuyundan

çiçekler ışığa aktı
göl her zamanki gibiydi
durgun
çünkü gözlerin

dokuzeylülbindokuzyüzdoksanbir











hay-kuu

dingin göl ve yumuşak harmanisi sis
karatavuğun sessizlikte ıslığı
sularda gölgeler eflatun
kalbimse çarpıntıda

Bindokuzyüzdoksanbir





Kendine mütehasıs deve kervanlarında
Gezinen bulanık gözlü bi genç yavrudan öğütler:


1- sakın kızlarla konuşurken –hele onlarda bir vazifeyi ifa etmeyi düşünüyorsan- şu lakırdıyı etmeyi unutmayacaksın:
- şey diyecektim acaba benim terennüm ede ede giden kayığımda sallanbilir miyiz
ah cancağızım
cancağızım ah
gel feleğin .aşağına beşik kuralım ah
2- aşık olmuşsan (erkekler için)
sakal bırakın ve on günlük olunca kesip hiçbir kılı zayi olmayacak şekilde korumaya alıp, kurutmaya bırakın.
kuruduktan sonra çalışma odanızın zeminine hiçbiri üst üste gelmeyecek pozisyonda yayın.
hergün:
-beğüm bu nice seferdür kim ihtiyar ittün
yel yeniden göğsüme takıl.
Diyerek muntazaman onbeşgün içinde toplayın.
Cenabıhak mutlu etsin
3- unutmayın kibrit çöpünün alevi de can yakar. bir kutu kibrit üstünde – vasati 40 çöp - yazar
bu ne demek; bir kutu kibritle kırk defa yanılabilir
ve siz kendinizi kır defa yüreğinizin yakıni yerlerinden yakın ki bunlar, ücra köşeler olsun, yüzyıllar sonra insanoğlu bir freski nasıl restore ediyorsa sizi görüğünde de aynı işlemleri yapmayı düşünsün.
4- içinde sessizliğin barındığı, gürültüsü, üstünde herşeyin eksikolduğu gökyüzünü dalgalandıran, bugüzel ilçenin sevdazedeleri bilmiyorlar ki...
neyi bilmediklerini onlara asla söyleme.
Katiyen öpüp tatlandırdığın acının yalancı şafağın bir oyunu olduğunu farketme.


Aslan Cem ŞAHİN bindokuzyüzdoksanbir




güllerdendi onun bahçesi
atlara binerdi
gül renkli labirentlerimde
benimse kanatlarım vardı
-sevmeseydim onu öldüresiye
demişti minator
gül çeşmesiydi o


ikikasımbindokuzyüzdoksanbir










yüksek bir yerlerden şen gemici şarkıları duymuştum

gemileri ipek bir ağaçtı adeta
deniz orman

bir okyanus da dalgalar ormanı

gizli el kalpteki –ah minel aşk
dokusunu gösterir

kalpler dalgalarla beraber çarpar
senin sahillerine



onikiaralıkbindokuzyüzdoksanbir



söykü:


tahta atına binmişti donkişot
o gün yapılacak çok işi vardı
ama hesapta yeldeğirmenleri yoktu

kağıttan zırhından bağlamıştı kendini uçan balonlara
balonlar patladıkça ayakları yere sağlam basacaktı
tahta at gıcırtılarla sallandıkça daha çok yaklaşacaktı ayın yüzeyine (belkide)
ay kraterlerinde amansız bir boğuşma başlayacaktı yel değirmenleriyle

o yel değirmenleri ki nice zavallıyı rüzgarlardan yaptıkları zindanlara kapatmış yengeç ölülerini de başlarına gardiyan dikmişlerdi
her direnişte yengeç ölüleri kıskaçlarını şakırdatarak hortluyorlardı rüzgarın dayanılmaz çığlıkları da başkaldıranları uzayın sonsuzluğuna hapsediyordu

denizin dalgaları ay kraterlerine çarptıkça cehennem ruhlarının gözlerinden kanlar akıyordu

öyleyse donkişot sadece yeldeğirmenleriyle çarpışmakla kalmamalı ayı da yok etmeliydi

hadi atını mahmuzla
al renkli atını öyle sıkı mahmuzla ki ay yok olsun
bu sana verebileceğimiz en asil görevdi donkişot

son uçan balonun da patlamadan kılıcına sıkıca sarıl ve saldır

aman verme kendine

çok yükseklerden uçabilen kazlar sana ayın yolunu gösterecekler

o gün yapılacak çok işi vardı donkişotun ama hesapta yeldeğirmenleri hiç yoktu

geceyi ancak bir dolunay aydınlatabilir

bindokuzyüzdoksanbir





açıklamalar:

* bu görüngüde ilk çıkış tarihi pek belli değil ama mutemelen 1991 yılı içindeki bir zaman dilimi olsa gerek
* ikinci çoğaltımını ise gene tahmin ederek söylemek gerekirse 1997 demek lazım
* aynaya baktığınızda ışık ışınlarının aynaya çarpıp oradan tekrar size dönen görüntünüzün aslında artık geçmişte kalmış bir şey olduğunu söyleyebiliyorsanız
aynanın da bir tür zaman makinesi olduğunu söyleyebilirsiniz
* fotokopi de dümdüzünden teknolojik bir ayna olması sebebiyle p.d. gibi (aslında) fotokopi nesneleri geçmişin ve hatta belkide geleceğin yansımasını sağlayabilen zaman makineleridir
(bu tabiki tamamıyla sizin nereye gitmek istediğinizle ilgilidir)
polikinikdilemma@hotmail.com
polikinikdilemma@yahoo.co.uk

Hiç yorum yok: