ben şimdi çok eski bir evde doğmuş gibi oldum
elimdeki hançeri aynadaki görüntüme
saplamayı başaramadım
çünkü o benim görüntüm değil
o sadece (garip bir istekle) izlemeye çalış-
tığım hayal
aslında dün gece bir rüya görmem gerekliydi
bu rüya büyük bir balığın okyanusun derinliklerinden çıkıp sahile miydesindeki bir insanı tükürmesi ve ardından da geldiği derinliklere dönmesi şeklinde olmalıydı
rüyanın sonunda o balığın gözlerinden okyanus derinliklerindeki yeşilimsi mavi küçük balıkları huzursuzca sayrederken teleşla uyanmalıydım
oysaki ben rüyamda aşağıdaki sahile vuran kocaman bir balığın karnındaki ağırlığı kustuktan sonra biraz debelenip sulara geri döndüğünü gördüm
bindokuzyüzdoksanbir
söykü: yitik güneş
güneşin yitirilmesi kaçınılmazdı
oysaki ağaçkakanın mirası sandalyenin üzerinde oturuyor yıldızlı gökyüzü bize gülümsüyordu
“-ağaçkakanın gagasından altın damlar
-bize güneşi geri ver” diye sayıklıyordu tüm kabile halkı
derken iki sırtlan uluyarak geldi
belkide bu bir müjde idi
bu ormanın orta yerinde birden bire oluşmuşçasına umursamasız ilkel ve heycanlı kabile halkının yaşamları böylesine de içinden kolaycacık çıkılamayacak denli bilmecemsiydi
sırtlanların verdiği telaş onları daha da heycanlandırmıştı
ateşlerine odunlar atarak kıvılcımlarla dans ettiler çünkü göldeki koca bıyıklı yayın balığı onları koruyordu
duman kokusunun onun hasas burnuna ulaştığından da emindiler
yinede güneşin yitirilmesi bir bilmeceydi
bindokuzyüzdoksanbir
saçlarında rüzgarı duymuştum
bu şehirde ise
dilencilerin ve tiner koklayan çocukların
heykelleri dikildi
meydanlara saçlarından
çelenkler sundum
sulara şiirler bıraktım
sana
kemancı çingene şiir topladı
ben saçlarında rüzgarı görmüştüm
ben saçlarından rüzgarı örmüştüm
sulara şiirler aktım sana
onyedieylülbindokuzyüzdoksanbir
yağmur çiçeklere yağdı
mumsu gözleri zamanın
ıslaktı kalbinsuyundan
çiçekler ışığa aktı
göl her zamanki gibiydi
durgun
çünkü gözlerin
dokuzeylülbindokuzyüzdoksanbir
hay-kuu
dingin göl ve yumuşak harmanisi sis
karatavuğun sessizlikte ıslığı
sularda gölgeler eflatun
kalbimse çarpıntıda
Bindokuzyüzdoksanbir
Kendine mütehasıs deve kervanlarında
Gezinen bulanık gözlü bi genç yavrudan öğütler:
1- sakın kızlarla konuşurken –hele onlarda bir vazifeyi ifa etmeyi düşünüyorsan- şu lakırdıyı etmeyi unutmayacaksın:
- şey diyecektim acaba benim terennüm ede ede giden kayığımda sallanbilir miyiz
ah cancağızım
cancağızım ah
gel feleğin .aşağına beşik kuralım ah
2- aşık olmuşsan (erkekler için)
sakal bırakın ve on günlük olunca kesip hiçbir kılı zayi olmayacak şekilde korumaya alıp, kurutmaya bırakın.
kuruduktan sonra çalışma odanızın zeminine hiçbiri üst üste gelmeyecek pozisyonda yayın.
hergün:
-beğüm bu nice seferdür kim ihtiyar ittün
yel yeniden göğsüme takıl.
Diyerek muntazaman onbeşgün içinde toplayın.
Cenabıhak mutlu etsin
3- unutmayın kibrit çöpünün alevi de can yakar. bir kutu kibrit üstünde – vasati 40 çöp - yazar
bu ne demek; bir kutu kibritle kırk defa yanılabilir
ve siz kendinizi kır defa yüreğinizin yakıni yerlerinden yakın ki bunlar, ücra köşeler olsun, yüzyıllar sonra insanoğlu bir freski nasıl restore ediyorsa sizi görüğünde de aynı işlemleri yapmayı düşünsün.
4- içinde sessizliğin barındığı, gürültüsü, üstünde herşeyin eksikolduğu gökyüzünü dalgalandıran, bugüzel ilçenin sevdazedeleri bilmiyorlar ki...
neyi bilmediklerini onlara asla söyleme.
Katiyen öpüp tatlandırdığın acının yalancı şafağın bir oyunu olduğunu farketme.
Aslan Cem ŞAHİN bindokuzyüzdoksanbir
güllerdendi onun bahçesi
atlara binerdi
gül renkli labirentlerimde
benimse kanatlarım vardı
-sevmeseydim onu öldüresiye
demişti minator
gül çeşmesiydi o
ikikasımbindokuzyüzdoksanbir
yüksek bir yerlerden şen gemici şarkıları duymuştum
gemileri ipek bir ağaçtı adeta
deniz orman
bir okyanus da dalgalar ormanı
gizli el kalpteki –ah minel aşk
dokusunu gösterir
kalpler dalgalarla beraber çarpar
senin sahillerine
onikiaralıkbindokuzyüzdoksanbir
elimdeki hançeri aynadaki görüntüme
saplamayı başaramadım
çünkü o benim görüntüm değil
o sadece (garip bir istekle) izlemeye çalış-
tığım hayal
aslında dün gece bir rüya görmem gerekliydi
bu rüya büyük bir balığın okyanusun derinliklerinden çıkıp sahile miydesindeki bir insanı tükürmesi ve ardından da geldiği derinliklere dönmesi şeklinde olmalıydı
rüyanın sonunda o balığın gözlerinden okyanus derinliklerindeki yeşilimsi mavi küçük balıkları huzursuzca sayrederken teleşla uyanmalıydım
oysaki ben rüyamda aşağıdaki sahile vuran kocaman bir balığın karnındaki ağırlığı kustuktan sonra biraz debelenip sulara geri döndüğünü gördüm
bindokuzyüzdoksanbir
söykü: yitik güneş
güneşin yitirilmesi kaçınılmazdı
oysaki ağaçkakanın mirası sandalyenin üzerinde oturuyor yıldızlı gökyüzü bize gülümsüyordu
“-ağaçkakanın gagasından altın damlar
-bize güneşi geri ver” diye sayıklıyordu tüm kabile halkı
derken iki sırtlan uluyarak geldi
belkide bu bir müjde idi
bu ormanın orta yerinde birden bire oluşmuşçasına umursamasız ilkel ve heycanlı kabile halkının yaşamları böylesine de içinden kolaycacık çıkılamayacak denli bilmecemsiydi
sırtlanların verdiği telaş onları daha da heycanlandırmıştı
ateşlerine odunlar atarak kıvılcımlarla dans ettiler çünkü göldeki koca bıyıklı yayın balığı onları koruyordu
duman kokusunun onun hasas burnuna ulaştığından da emindiler
yinede güneşin yitirilmesi bir bilmeceydi
bindokuzyüzdoksanbir
saçlarında rüzgarı duymuştum
bu şehirde ise
dilencilerin ve tiner koklayan çocukların
heykelleri dikildi
meydanlara saçlarından
çelenkler sundum
sulara şiirler bıraktım
sana
kemancı çingene şiir topladı
ben saçlarında rüzgarı görmüştüm
ben saçlarından rüzgarı örmüştüm
sulara şiirler aktım sana
onyedieylülbindokuzyüzdoksanbir
yağmur çiçeklere yağdı
mumsu gözleri zamanın
ıslaktı kalbinsuyundan
çiçekler ışığa aktı
göl her zamanki gibiydi
durgun
çünkü gözlerin
dokuzeylülbindokuzyüzdoksanbir
hay-kuu
dingin göl ve yumuşak harmanisi sis
karatavuğun sessizlikte ıslığı
sularda gölgeler eflatun
kalbimse çarpıntıda
Bindokuzyüzdoksanbir
Kendine mütehasıs deve kervanlarında
Gezinen bulanık gözlü bi genç yavrudan öğütler:
1- sakın kızlarla konuşurken –hele onlarda bir vazifeyi ifa etmeyi düşünüyorsan- şu lakırdıyı etmeyi unutmayacaksın:
- şey diyecektim acaba benim terennüm ede ede giden kayığımda sallanbilir miyiz
ah cancağızım
cancağızım ah
gel feleğin .aşağına beşik kuralım ah
2- aşık olmuşsan (erkekler için)
sakal bırakın ve on günlük olunca kesip hiçbir kılı zayi olmayacak şekilde korumaya alıp, kurutmaya bırakın.
kuruduktan sonra çalışma odanızın zeminine hiçbiri üst üste gelmeyecek pozisyonda yayın.
hergün:
-beğüm bu nice seferdür kim ihtiyar ittün
yel yeniden göğsüme takıl.
Diyerek muntazaman onbeşgün içinde toplayın.
Cenabıhak mutlu etsin
3- unutmayın kibrit çöpünün alevi de can yakar. bir kutu kibrit üstünde – vasati 40 çöp - yazar
bu ne demek; bir kutu kibritle kırk defa yanılabilir
ve siz kendinizi kır defa yüreğinizin yakıni yerlerinden yakın ki bunlar, ücra köşeler olsun, yüzyıllar sonra insanoğlu bir freski nasıl restore ediyorsa sizi görüğünde de aynı işlemleri yapmayı düşünsün.
4- içinde sessizliğin barındığı, gürültüsü, üstünde herşeyin eksikolduğu gökyüzünü dalgalandıran, bugüzel ilçenin sevdazedeleri bilmiyorlar ki...
neyi bilmediklerini onlara asla söyleme.
Katiyen öpüp tatlandırdığın acının yalancı şafağın bir oyunu olduğunu farketme.
Aslan Cem ŞAHİN bindokuzyüzdoksanbir
güllerdendi onun bahçesi
atlara binerdi
gül renkli labirentlerimde
benimse kanatlarım vardı
-sevmeseydim onu öldüresiye
demişti minator
gül çeşmesiydi o
ikikasımbindokuzyüzdoksanbir
yüksek bir yerlerden şen gemici şarkıları duymuştum
gemileri ipek bir ağaçtı adeta
deniz orman
bir okyanus da dalgalar ormanı
gizli el kalpteki –ah minel aşk
dokusunu gösterir
kalpler dalgalarla beraber çarpar
senin sahillerine
onikiaralıkbindokuzyüzdoksanbir
söykü:
tahta atına binmişti donkişot
o gün yapılacak çok işi vardı
ama hesapta yeldeğirmenleri yoktu
kağıttan zırhından bağlamıştı kendini uçan balonlara
balonlar patladıkça ayakları yere sağlam basacaktı
tahta at gıcırtılarla sallandıkça daha çok yaklaşacaktı ayın yüzeyine (belkide)
ay kraterlerinde amansız bir boğuşma başlayacaktı yel değirmenleriyle
o yel değirmenleri ki nice zavallıyı rüzgarlardan yaptıkları zindanlara kapatmış yengeç ölülerini de başlarına gardiyan dikmişlerdi
her direnişte yengeç ölüleri kıskaçlarını şakırdatarak hortluyorlardı rüzgarın dayanılmaz çığlıkları da başkaldıranları uzayın sonsuzluğuna hapsediyordu
denizin dalgaları ay kraterlerine çarptıkça cehennem ruhlarının gözlerinden kanlar akıyordu
öyleyse donkişot sadece yeldeğirmenleriyle çarpışmakla kalmamalı ayı da yok etmeliydi
hadi atını mahmuzla
al renkli atını öyle sıkı mahmuzla ki ay yok olsun
bu sana verebileceğimiz en asil görevdi donkişot
son uçan balonun da patlamadan kılıcına sıkıca sarıl ve saldır
aman verme kendine
çok yükseklerden uçabilen kazlar sana ayın yolunu gösterecekler
o gün yapılacak çok işi vardı donkişotun ama hesapta yeldeğirmenleri hiç yoktu
geceyi ancak bir dolunay aydınlatabilir
bindokuzyüzdoksanbir
açıklamalar:
* bu görüngüde ilk çıkış tarihi pek belli değil ama mutemelen 1991 yılı içindeki bir zaman dilimi olsa gerek
* ikinci çoğaltımını ise gene tahmin ederek söylemek gerekirse 1997 demek lazım
* aynaya baktığınızda ışık ışınlarının aynaya çarpıp oradan tekrar size dönen görüntünüzün aslında artık geçmişte kalmış bir şey olduğunu söyleyebiliyorsanız
aynanın da bir tür zaman makinesi olduğunu söyleyebilirsiniz
* fotokopi de dümdüzünden teknolojik bir ayna olması sebebiyle p.d. gibi (aslında) fotokopi nesneleri geçmişin ve hatta belkide geleceğin yansımasını sağlayabilen zaman makineleridir
(bu tabiki tamamıyla sizin nereye gitmek istediğinizle ilgilidir)
polikinikdilemma@hotmail.com
polikinikdilemma@yahoo.co.uk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder