10 Ağustos 2011 Çarşamba

POLİKİNİK DİLEMMA görüngü 8

Gölge sahibi beyaz bile olsa düşen gölgesi yine koyudur.

Muhiddin-i Arabi

“Füsus ül-Hikem”

hell metalik bodleran faslı

bir takım habis ve uğursuz met-ağ-four lar

belki biraz o-yun bozan

tablasında n-naylon bebekler satan

kar-anlık ışık-t-an tan-rı

ve benim için belki

ağzına bir gül sıkıştırmıştı

şakağına kurşun sıkarken diyecekler

tabularasasında naylon bebekler

satan

karanlık ışıktan tanrı

söykü:

rüya

çekirge krallığı indi gökyüzünden

güneşte parlayan zırhları ve renkli

bayraklarıyla

tek ve beyaz bir kaplan vardı vadilerde

dağların gölgeleri üzerine düşmemiş

tek bir pençe ile

çekirge kralının zırhını parçaladı

tek bir kükreyişi rüzgarları durdurdu

artık kana bulanmış birkaç bayrak

vardı çimenlerde

kaplan altın zırhlı bir savaşçının

altın kalkanında

bir gölge semboldü

ve altın zırhlı kükreyerek uyandı

bu garip rüyasından

bir tan vakti kanlı büyük savaşın sabahında

o gün akşam olurken kalkanında çekirge sembolü olan savaşçının enli kılıcıyla

ölümü tatmak üzereydi

magripliyi şaşırtan o uzaklardan gelen kaplan kükremesi olmasaydı

bindokuzyüzdoksandört

bir şehr’çün şiir

sana bir kan-alizasyondan sızacağım

kâb'us'tanbul

onaralıkbindokuzyüzdoksandört

söykü:

sır

kara büyücü abat yüzünü gösterdi

bakışsızdı yüzü

bakışsız kara büyü abat kara bir

boğa olup

güzel nelbün’e yamaştı

nelbün kanmadı

kara büyücü abat’ı derin uçuruma itti

gözleri kanıyordu nelbün’ün

abat yeşil bir kertenkele olup kurtuldu

nelbün kaçarken uçuruma düştü

saçları kayalara takıldı

kayalarda sarı otlar bitti

sarı otlarda kara bir gül bitti

ayın hilâl olacağı gecenin sabahı

söykü

yeşil ayaklı kuş ve kara üzümler

ebru ağaçlar devingen

parmaklarımda şekillenir girdaplar

ilmik ilmikti düğümdü gördüğüm

hurafeler sayıklamakta

bir canbaz deli

o kadar genişti ki gökyüzüne sığmadı

ruhum

yağmur yağdı ipince

gökkuşağı aktı

sonra sinsi bir elips çizdi zaman

henüz madenler akışkan ve sıcaktı içimde

yelkenli gemiler yoktu daha

tıpkı mamutların da olmadığı gibi

saf enerjiyle kasıldı gözlerim

et doğmadan ot bitti

artık sular da gökyüzü kadar genişti

büyük çamağacı ormanlarında

hayvanların homurtusunu işittim

talihe ait ne varsa kaybedilmişti ki

kumsallarda ayak izleri belirdi

şimdi kayalar büyük

otlar ve ağaçlar sararmış

gökyüzü daraldı

talihsizdin ve yordun onları

artık yağmurun ipince yağması faydasız

çünkü talihsizdin yordun onları

bindokuzyüzdoksandört

söykü

minator’un düşü

derin dehlizlerden geçilerek

kehribar odacıklardan

oluşan bir yapının eşiklerinden

atlanır

açılır demir parmaklıklar

uzak odalardan saatlerin tik takları duyulur

hangi zamanlara ait olduğu belli olmayan

tahta bebeklerin

yüzlerindeki gülümsemeler

altın yaldızlı sedef kakmalı

küçük tahta sandıklarda odaklaşır

o sandıklarda yeşil

çok büyük balinaların yaşadığı denizlerden

deniz kabukları

herbiri ayrı bir büyüye ait tılsım mışçasına

parlamakta

açık denizde tatlı gıcırtılarla

yol almakta olan bir yelkenli

kadar kor karak odalar boyu

koşturmaktaydı

aralıkbindokuzyüzdoksandört



söykü

bir merdiven altı cinninden tavsiye

kü-çük kızlar

kavanozlarında salça saklar

kü-çük mutlu

gelecek günler’çün

heyhat gelmez

gelen –ö

diye

küçük oğlanlardır

sonra hep beraber

-lüm olurlar


bindokuzyüzdoksandört

söykü

bir hint gölge oyunu şeytanının öğleden sonrası

dişi örümceğin erkeğini yemesi gibi

huzur verir

senin aşkın

gönlümde(n) yaralar

ah o yaralar

sa o yaralar


ikiocakbindokuzyüzdoksanbeş



açıklamalar:

*bu görüngü ikinci çoğaltım olarak

19 haziran 1998’de belirmiştir

*bu görüngüde yer alan bazı metinler elden geçirilerek yeniden yazılmış kimi resimler çıkarılmıştır

polikinikdilemma@hotmail.com





Hiç yorum yok: